İnsan zihni, varlığı ve evreni anlamlandırma çabasında doğal bir refleks olarak 'nedensellik' (sebep-sonuç) ilkesine tutunur. Bu, hayatta kalmamızı ve dünyayı kavramamızı sağlayan temel bir bilişsel mekanizmadır. Bir masa görürsek, onu yapan bir marangoz olduğunu biliriz; bir bina görürsek bir mimar, karmaşık bir saat görürsek bir saat ustası ararız. Hiçbir şeyin "hiçlikten" kendi kendine, sebepsizce ortaya çıkamayacağı gerçeği, aklın en temel ilkesidir. Bu mantık silsilesi, bizi evrenin —tüm hassas ayarları ve muazzam düzeniyle— bir yaratıcısı olduğu gerçeğine götürür.
Ancak tam bu noktada zihin, kendi çalışma prensibinin bir tuzağına düşer. "Her şeyin bir sebebi vardır" önermesini mutlaklaştırır ve şu paradoksal soruyu sorar: "Madem her şeyin bir yaratıcısı var, o zaman Yaratıcı'yı kim yarattı?"
Bu soru ilk bakışta zekice ve mantıklı görünse de, aslında derinlemesine incelendiğinde kendi içinde bir mantık hatası (kategori hatası) barındırır. İslam düşüncesi, Kelam ilmi ve modern din felsefesi perspektifinden bakıldığında, bu soruya verilen cevaplar hem tatmin edici hem de zihni daha üst bir kavrayışa taşıyıcı niteliktedir. İşte o katmanlı analiz:
1. Mantıksal Çıkmaz: Sonsuz Gerileme (Teselsül) Problemi
Felsefede "Infinite Regress" veya İslam Kelam ilminde "Teselsül" olarak bilinen kavram, sebeplerin sonsuza kadar geriye gitmesinin imkansızlığını anlatır. Eğer "A'yı B yarattı, B'yi C yarattı, C'yi D yarattı..." diyerek bu zinciri sonsuza kadar geriye götürürsek, varlık zinciri mantıken hiçbir zaman başlayamazdı.
Bunu daha iyi anlamak için sonsuz uzunlukta bir tren düşünelim. Bu trenin sadece vagonlardan oluştuğunu varsayalım. Her vagon, hareket etmek için önündeki vagonun onu çekmesine muhtaçtır. Eğer en başta, gücünü kendinden alan, çekilmeye ihtiyacı olmayan bir "lokomotif" yoksa, vagon sayısı sonsuz da olsa o tren milim kıpırdamaz. Çünkü vagonların doğasında "kendi kendine hareket etme gücü" yoktur, onlar sadece hareketi iletirler.
Evren ve içindeki tüm sebepler birer vagondur. Eğer bu sebepler zincirinin en başında, gücünü başka bir yerden almayan, varlığı kendinden olan bir "İlk Muharrik" (İlk Hareket Ettirici) olmazsa, şu an hiçbir hareket ve hiçbir varlık olamazdı.
Domino Taşı Örneği: Benzer şekilde, bir domino taşı dizisi düşünün. Her taşın devrilmesi için bir önceki taşın ona çarpması gerekir. Eğer bu zincir sonsuza kadar geriye gitseydi (yani bir başlangıç noktası olmasaydı), düşüş eylemi asla gerçekleşmezdi. Çünkü sonsuzluk bitmez; bitmeyen bir geçmişten bugüne gelmek imkansızdır. Şu an evren var olduğuna (taşlar devrildiğine ve tren hareket ettiğine) göre, zincirin başında, kendisi "taş olmayan", devrilmeye muhtaç olmayan ve zincirin kurallarına tabi olmayan bir "İlk Sebep" (Prima Causa) olmak zorundadır.
İşte o ilk sebep, yaratılmamış olan, zinciri başlatan ama zincirin parçası olmayan Allah'tır.
2. Kategori Hatası: Yaratıcı ile Yaratılanı Karıştırmak
Bu soru, felsefede "kategori hatası" (category mistake) olarak bilinen bir yanılgıya dayanır. Soru şu gizli varsayımla sorulur: "Her varlık yaratılmıştır." Oysa İslam inancına ve mantıksal zorunluluğa göre doğru önerme şudur: "Her yaratılanın (sonradan olanın) bir yaratıcısı vardır."
Allah "yaratılan" kategorisinde değildir; O, "yaratan" kategorisindedir. Bir şeyi tanımlayan kurallar, o şeyi ortaya koyan özne için geçerli olmak zorunda değildir.
Bir ressam düşünün. Tuval üzerine muazzam bir dünya resmediyor. Resmin içindeki karakterler iki boyutludur, tuvalin dokusuna bağlıdırlar, zamanla boyaları eskir ve var olmak için boyaya muhtaçtırlar. Ancak ressam, resmin içinde değildir. Ressam iki boyutlu değildir ve tuvalden yapılmamıştır. Resimdeki bir karakterin kalkıp "Ressamı hangi fırça darbesi çizdi?" diye sorması ne kadar absürtse, bizim de "Allah'ı kim yarattı?" dememiz o kadar anlamsızdır.
- Ressam, resmin kurallarına (perspektif, renk teorisi vb.) uyar ama o kurallara hapsolmuş değildir; o kuralların koyucusudur.
- Allah da fizik yasalarını (yerçekimi, termodinamik, sebep-sonuç) yaratmıştır ama bu yasalara tabi değildir.
Yazılımcı ve Oyun Örneği: Modern bir örnekle; bir bilgisayar oyunundaki karakter, "Beni kodlayan yazılımcıyı kim kodladı? Onun işlemcisi kaç GHz?" diye soramaz. Çünkü yazılımcı, oyun evreninin (dijital dünyanın) bir parçası değildir. O, o evrenin dışındaki fiziksel gerçeklikte yaşar. Allah da yarattığı kainat sisteminin dışındadır ve o sistemin parametreleriyle (kimden geldi, ne zaman doğdu vb.) yargılanamaz.
3. Zaman Tuzağı ve Mekan Sınırlılığı
Bizler zamanın ve mekanın içine hapsolmuş varlıklarız. Zihnimiz her şeyi bir 'önce' ve 'sonra' ekseninde, bir mekan düzleminde düşünmeye programlıdır. "Allah vardı" dediğimizde bile zihnimiz gayri ihtiyari "Ne zaman?" veya "Nerede?" sorularını üretir.
Ancak modern fizik (İzafiyet Teorisi) ve İslam kozmolojisi hemfikirdir ki; zaman ve mekan da birer yaratımdır. Big Bang teorisiyle evrenin bir başlangıcı olduğu, zamanın ve mekanın maddeyle birlikte o anda oluştuğu bilimsel olarak kabul görür.
- Zamanın Yaratılması: Allah zamanı yaratmadan önce zaman yoktu. Dolayısıyla "Allah'tan önce ne vardı?" sorusu, "Kuzey Kutbu'nun kuzeyinde ne var?" sorusu kadar anlamsızdır. Kuzey Kutbu'nda "kuzey" kavramı biter; Allah'ın zatı için de "zaman" kavramı geçerli değildir.
- Ezeli Olmak: O, zamanın içinde sonsuz yaşayan biri değil (bu "sonsuz süre" olurdu), zamanın tamamen dışındadır (zamansızlıktır). O El-Evvel (Başlangıcı olmayan) ve El-Ahir (Sonu olmayan)dır; ancak bu başlangıçsızlık ve sonsuzluk, takvim yapraklarının sonsuza gitmesi değil, zaman boyutunun O'nu kapsamamasıdır.
4. Varlık Kategorileri: Vâcibü'l-Vücûd
İslam alimleri ve İslam filozofları (Farabi, İbni Sina gibi), varlıkları ontolojik olarak iki ana kategoriye ayırarak bu sorunu kökten çözerler:
- Mümkünü'l-Vücûd (Varlığı Mümkün Olan): İnsanlar, atomlar, galaksiler, enerji... Bunların varlığı zorunlu değildir. Varlığı ve yokluğu eşit derecede mümkündür. Var olmak için bir tercih ediciye (Yaratıcıya) ve bir sebebe muhtaçtırlar. "Mümkün" varlıklar, varlıklarını bir başkasından "ödünç" alırlar.
- Vâcibü'l-Vücûd (Varlığı Zorunlu Olan): Allah. O'nun varlığı kendindendir (zati). Başkasına muhtaç değildir, aksine diğer tüm 'mümkün' varlıkların var olma sebebidir. Yokluğu düşünülemez, çünkü O yok olursa varlık sahnesindeki hiçbir şey var olamazdı (Işık kaynağı giderse ışığın da gitmesi gibi).
Soru, Vâcibü'l-Vücûd olan Allah'ı, Mümkünü'l-Vücûd kategorisine indirgemeye çalıştığı için hataya düşer. Güneşin ışığı için "Işığını nereden alıyor?" diye sorabiliriz (Ay'dan mı, lambadan mı?), ama "Güneşin kendisi ışığını nereden alıyor?" sorusu yanlıştır; çünkü o bağlamda Güneş zaten ışığın kaynağıdır. Allah da varlığın kaynağıdır, varlığı bir yerden almamıştır.
İhlas Suresi'nin Net Cevabı ve "Samed" İsmi
Kur'an-ı Kerim, insan zihninin bu karmaşaya düşeceğini bilerek, 1400 yıl önce inen İhlas Suresi ile konuyu en net formülle özetlemiştir:
"De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir (Her şey var olmak ve varlığını sürdürmek için O'na muhtaçtır, fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir). O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'na denk (veya benzer) değildir."
- Samed: Bu isim kilit noktadır. Zincirin en tepesindeki "bağımsız" gücü ifade eder.
- Doğurulmamıştır: Bu ifade, biyolojik bir doğumun ötesinde, "nedensellik zincirinden azade olmayı" ifade eder. O'nun bir kökeni, bir kaynağı, bir "baba"sı (sebebi) yoktur. O, sebepleri yaratandır.
Sonuç: Sorunun Geçersizliği
Özetle, "Allah'ı kim yarattı?" sorusu; "Bekar bir adamın eşinin adı nedir?" veya "Kırmızı rengin ağırlığı kaç gramdır?" soruları gibidir. Gramer olarak doğru, mantık ve anlam olarak yanlıştır. Rengin ağırlığı olmaz, bekarın eşi olmaz, Yaratıcı'nın da yaratıcısı olmaz.
Eğer Allah'ın bir yaratıcısı olsaydı, o zaman Allah "Tanrı" vasfını yitirirdi; O'nu yaratan "Gerçek Tanrı" olurdu. Eğer O'nu yaratanın da bir yaratıcısı olsaydı, bu silsile sonsuza kadar gider ve sonuçta "Yaratılmamış İlk Yaratıcı"ya ulaşana kadar devam ederdi. Mantık ve varlık, o zincirin bir noktada durmasını zorunlu kılar. İşte o durduğu, sebeplerin bittiği, zamanın eridiği o mutlak nokta, İslam'ın tarif ettiği Allah'tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder